16 Şubat 2009 Pazartesi

Yeşil Sancak

Barbaros Hayreddin Paşa Türbesi

Barbaros Hayreddin Paşa Türbesi, Beşiktaş'ta, Sinan Paşa Camii karşısındaki türbeyi Mimar Sinan yapmıştır. Sekiz köşeli, tek kubbeli ve alt üst pencerelidir. Sandukanın üstüne yukardan asılmış ve üzerinde Zülfikar resmi bulunan yeşil zemin ipekli kumaştan yapılmış bir sancak bulunmakladır.

Çanakkale şiiri


- Click here for more free videos

Mehmet Akif Ersoy - Çanakkale Şehitlerine siir 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi siiri Okuyan: süleyman istanbullu


Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En
kesif orduların yükleniyor dördü beşi,

-Tepeden yol bularak geçmek için
Marmara'ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.


Ne
hayâsızca (utanmazca) tehaşşüd (tahşidat ,yığınak)ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "Bu bir
Avrupalı!"

Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu,
sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp
mahbesi, yâhud kafesi!

Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor
kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer.

Yedi iklimi
cihânın duruyor karşısında,
Ostralya(Avusturalya)'yla beraber bakıyorsun: Kanada!

Çehreler başka,
lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir
hâdise var ortada: Vahşetler denk.

Kimi
Hindû(, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani,
tâ'ûna da zuldür bu rezil istilâ!

Ah, o yirminci asır yok mu, o
mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle
sefil,

Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki
esrârı hayâsızcasına.

Maske yırtılmasa hâlâ bize
âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.

Sonra
mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü
harâb.

Öteden
sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden
zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;

Bomba şimşekleri
beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.


Yerin altında
cehennem gibi binlerce lâğam,
Atılan her
lâğamın yaktığı yüzlerce adam.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müdhiş
tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,
Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.


Saçıyor
zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı
tûfanlar, alevden seller.

Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız
tayyâre.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır
kal'a mı göğsündeki kat kat iman?

Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına
râm?
Çünkü
te'sis-i İlâhî o metin istihkâm.

Sarılır, indirilir
mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;

Bu göğüslerse
Hudâ'nın ebedî serhaddi;
"O benim
sun'-i bedi'im, onu çiğnetme" dedi.

Âsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.


Şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O,
rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar...

Vurulmuş tertemiz
alnından, uzanmış yatıyor,
Bir
hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş,
asker!
Gökten
ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor
Tevhid'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmeyecek
makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın.


Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak
ebediyyetler eder istiâb.

"Bu, taşındır" diyerek
Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun
vahyini duysam da geçirsem taşına;

Sonra
gök kubbeyi alsam da ridâ namıyle,
Kanayan
lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;

Mor
bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi
kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;

Sen bu
âvizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece
mehtâbı getirsem yanına,

Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile
âvizeni lebriz etsem;

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem
hatırana.

Sen ki, son
ehl-i salibin kırarak salvetini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,

Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki,
İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir
çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer
ecrâmı adın;

Sen ki,
a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât!
Sana gelmez bu
ufuklar, seni almaz bu cihât...

Ey
şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana
âguşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Akif Ersoy ve Istiklal Marsi Belgeseli